21 Mart 2017 Salı

Toplum, çağımız ve zorunluluklar adı altında "Nasıl daha güzel yaşarım?"

     Bugünlerde bazı kelimeleri çok sık duyuyoruz. İnsanlar, çağımız, değişim, gereklilik, uyum... Bu sözcüklerin kullanımı neden artmış olabilir? Bu sözcükler bundan on yıllar öncesi de bu kadar tercih ediliyor muydu acaba? Yoksa artık biz mi kurduğumuz sitem cümlelerinde çok sık kullanıyoruz?
     Kulaklarımızın bu kelimelere aşına olmasının sebebini hepimiz biliyoruz. Aslında bunun sebebi kapitalizmin bireysel ruhlara kadar inmiş olmasıdır. İnsanlar birbirlerini kıstırmış durumdalar. Herkes birbirinin hayatını yöneterek hayatlarının kalan zamanlarında -parayla- yaşayabilmesi için ona en zor şartları nasıl sunabileceğinin derdinde. En fazla verime en az para miktar felsefesi. Şimdiyse ellerinde elemek için on binlerce seçenek var. Önceden tüm insanlar donanımlı olmadığından toplum arasından sıyrılması kolaydı. Şimdiyse herkes yeteneği olmadığı halde benzer alanlarda ilerlemeye çalıştığından rekabet ortaya çıktı. Kimisi gerçekten yetenekli olduğundan bu işlere girişiyor. Kimisi ise çalışıp zaman harcayarak. Bu da işverenlerin yüzünü güldürüyor haliyle. Opsiyonlar çoğaldıkça para miktarlarının teklifleri düşüyor. İnsanlar birbirleriyle rekabete giriyor. Tercih edilen kazanıyor. Kazanamayanlar başka alana veya başka bir iş verenin kapısına yöneliyor. Artık kimse tarlada değil. Herkes masa başında istemediği işlerle ruhunu öldürerek mekanik güçten kar ederken içindeki birçok duyguyu baskılamakla kalıyor. Güneşten ve çocuklardan zevk alan insanlar bugün kendisine az maaş veren patronlarına içlerinden küfür ederken okula giden çocuklarını düşünüp patronu için çalışmaya devam ediyor. İşverenler, iş alanların çıkmazda olduğunun farkında ve bundan faydalanıyor.Halbuki günümüzde o kadar çok çalışma alanı ve pozisyon var ki sayamazsınız.
 Altında sayısız eleman çalıştıran patronlar vardır. Patronlarının altında çalışan yönetim birimleri ve ardından sürüp giden bir toplum sıkalası vardır ki bu basamaklar sürüp gider. Patron bir alt gurubu baskılar ve en yüksek verime en düşük harcama taktiktiğini en iyi hayata geçebilecek yönetici gurubunu arar. Her şirket elbette kar amacı güder fakat bunun çoğu şirketteki tasavvuru deyim yerindeyse "açlıktır." Yönetici gurubu da bir alt gurubu baskılar, alt gurup bir alt gurubu ve bu döngü de sürüp gider. Aralarından herhangi birinin alıp röportaj yaptığınızda ise hepsi aldığı paranın verdiği emeğin karşılığı olmadığı konusunda hemfikirdir. Buna rağmen emredileni uygular ve toplum kırılmaya başlar. Derin çatlaklar kin ve nefret doğurur. Rekabet başlar ve elenmemek isteyen ve daha çok ihtiyacı olduğunu düşünen insanlar kendilerinden taviz vererek rakiplerini zorlayıcı hamlelerle kendini bir girdaba atar. Seçim kategorileri gerçekten iğrençleşir ve hayat zorlaşır. Artık tüm imtiyazlar verilmiştir. Bir üs mevki mutludur ve kendi üssüne daha güzel haberlerle gidecektir. Artık hem yapmacık gülen suratlar hem de zorunlu olarak yaşanan hayatlar vardır. Dışardan bakıldığında ise hergün belirli saatlerde işe gidip gelen, İzin günü ve spor günü olan, boş zamanlarında alışveriş yapan insanlar görürsünüz. İşte bunun adı ise "kendi ruhundaki çekişmeye hapsolmaktır."
     Toplumun bir kısmı da "iş var, insanlar beğenmiyor." der. Kimse ekonominin aslında karşılıklı bir alan-veren dayanışması olduğunun farkında değil. Herkes rekabete uyum sağlamaya çalışmakla meşgul. Alışveriş merkezlerinde yorgun ruhlarına uyumlu bir yorgun beden kazanmaya zamanı olan bu toplum, kafasını önüne koyup düşünmekten o kadar uzakta kaldı ki artık hiçbir şeye zamanımız yokmuş gibi davranıyoruz. Sorgu yeteneğimizi de kaybettik. Düşünmekten çok uzağız. Kendini düşünmeyen ebeveynler haliyle evlatlarını da sadece düşündüklerini sanıyorlar. Kendileri gibi olmasını istemedikleri evlatlarının çocukluk döneminde "yeteneklerini baskıla, uslu ve sakin bir çocuk ol, okulda yeteneğin bir önemi yok, hissettiklerimizi yaşayamayız, çağ değişti" gibi mesajlar vererek ve bazen bizzat söyleyerek farkında olmadan onların da ruhlarını köreltiyorlar. Anne, babalarının kusursuz olduğunu düşünen yavrucaklar da kapitalizme uyum sağlayanlar kategorisindeki yüzdelik dilime katkı sağlıyor.
     Sırf birileri farklı isimlerde kahve içiyor diye siz de o kahvelerden içmek zorunda değilsiniz. Masa başının rahatlığından bahseden arkadaşınız yüzünden hayatınızı değiştirip belki de sizi siz yapan hareketli işinizi bırakıp artık yorulmayacağım sanarak ruhunuzu tüketecek bir masabaşı işte çalışmak zorunda değilsiniz. İnsanlar ve çağ değişiyor olabilir ve parasıyla yönetenlerin baskıları altında olabilirsiniz fakat unutmayacağımız şeyler olmalı. Toplumun her üyesinden beslenen güçleri boşverin. Güneş hergün tekrar doğuyor. Mükemmel olmak zorunda değilsiniz fakat mutlu olmak hakkınız. Zengin olmak zorunda değilsiniz fakat sevdiklerinizle aynı yemeği paylaşmak hakkınız. Kızınızı servise yazdırmak zorunda değilsiniz fakat saçlarını taramak hakkınız. Eşinize araba almak zorunda değilsiniz fakat hergün sarılmak ve koklamak hakkınız. Hafta sonu alışveriş yapmak zorunda değilsiniz ama ailenizle sahilde bisiklet sürmek hakkınız. Mutfağı batırıp güzel deneyimler elde ederek hep birlikte tekrar toplamak hakkınız. Eşinizin eşsizliklerini farkedip diğer kadınlardan farkını idrak etmek hakkınız. İtiraz etmek hakkınız. Haklarınızın ve yeteneklerinizin farkına varın ve bununla yaşayın. İnsanların size nasıl yaşanacağını öğretmesine izin vermeyin, deneyimleyin. Söylenenlerle yetinmeyin, uygulayın. Bunun çok sevdiğiniz aile üyelerinizin kokusunu dışarıdaki yıpranmış bedenlerden ayırabildiğinizde farkına varacaksınız. Hissetmek ve mutlu olmak için hayat çok kısa, beklemeyin !