Bugünlerde bazı
kelimeleri çok sık duyuyoruz. İnsanlar, çağımız, değişim, gereklilik, uyum...
Bu sözcüklerin kullanımı neden artmış olabilir? Bu sözcükler bundan on yıllar
öncesi de bu kadar tercih ediliyor muydu acaba? Yoksa artık biz mi kurduğumuz sitem
cümlelerinde çok sık kullanıyoruz?
Kulaklarımızın bu
kelimelere aşına olmasının sebebini hepimiz biliyoruz. Aslında bunun sebebi
kapitalizmin bireysel ruhlara kadar inmiş olmasıdır. İnsanlar birbirlerini
kıstırmış durumdalar. Herkes birbirinin hayatını yöneterek hayatlarının kalan
zamanlarında -parayla- yaşayabilmesi için ona en zor şartları nasıl
sunabileceğinin derdinde. En fazla verime en az para miktar felsefesi. Şimdiyse
ellerinde elemek için on binlerce seçenek var. Önceden tüm insanlar donanımlı
olmadığından toplum arasından sıyrılması kolaydı. Şimdiyse herkes yeteneği
olmadığı halde benzer alanlarda ilerlemeye çalıştığından rekabet ortaya çıktı.
Kimisi gerçekten yetenekli olduğundan bu işlere girişiyor. Kimisi ise çalışıp
zaman harcayarak. Bu da işverenlerin yüzünü güldürüyor haliyle. Opsiyonlar
çoğaldıkça para miktarlarının teklifleri düşüyor. İnsanlar birbirleriyle
rekabete giriyor. Tercih edilen kazanıyor. Kazanamayanlar başka alana veya
başka bir iş verenin kapısına yöneliyor. Artık kimse tarlada değil. Herkes masa
başında istemediği işlerle ruhunu öldürerek mekanik güçten kar ederken içindeki
birçok duyguyu baskılamakla kalıyor. Güneşten ve çocuklardan zevk alan insanlar
bugün kendisine az maaş veren patronlarına içlerinden küfür ederken okula giden
çocuklarını düşünüp patronu için çalışmaya devam ediyor. İşverenler, iş
alanların çıkmazda olduğunun farkında ve bundan faydalanıyor.Halbuki günümüzde
o kadar çok çalışma alanı ve pozisyon var ki sayamazsınız.
Altında sayısız
eleman çalıştıran patronlar vardır. Patronlarının altında çalışan yönetim
birimleri ve ardından sürüp giden bir toplum sıkalası vardır ki bu basamaklar
sürüp gider. Patron bir alt gurubu baskılar ve en yüksek verime en düşük
harcama taktiktiğini en iyi hayata geçebilecek yönetici gurubunu arar. Her
şirket elbette kar amacı güder fakat bunun çoğu şirketteki tasavvuru deyim
yerindeyse "açlıktır." Yönetici gurubu da bir alt gurubu baskılar,
alt gurup bir alt gurubu ve bu döngü de sürüp gider. Aralarından herhangi
birinin alıp röportaj yaptığınızda ise hepsi aldığı paranın verdiği emeğin
karşılığı olmadığı konusunda hemfikirdir. Buna rağmen emredileni uygular ve
toplum kırılmaya başlar. Derin çatlaklar kin ve nefret doğurur. Rekabet başlar
ve elenmemek isteyen ve daha çok ihtiyacı olduğunu düşünen insanlar
kendilerinden taviz vererek rakiplerini zorlayıcı hamlelerle kendini bir
girdaba atar. Seçim kategorileri gerçekten iğrençleşir ve hayat zorlaşır. Artık
tüm imtiyazlar verilmiştir. Bir üs mevki mutludur ve kendi üssüne daha güzel
haberlerle gidecektir. Artık hem yapmacık gülen suratlar hem de zorunlu olarak
yaşanan hayatlar vardır. Dışardan bakıldığında ise hergün belirli saatlerde işe
gidip gelen, İzin günü ve spor günü olan, boş zamanlarında alışveriş yapan
insanlar görürsünüz. İşte bunun adı ise "kendi ruhundaki çekişmeye
hapsolmaktır."
Toplumun bir
kısmı da "iş var, insanlar beğenmiyor." der. Kimse ekonominin aslında
karşılıklı bir alan-veren dayanışması olduğunun farkında değil. Herkes rekabete
uyum sağlamaya çalışmakla meşgul. Alışveriş merkezlerinde yorgun ruhlarına
uyumlu bir yorgun beden kazanmaya zamanı olan bu toplum, kafasını önüne koyup
düşünmekten o kadar uzakta kaldı ki artık hiçbir şeye zamanımız yokmuş gibi
davranıyoruz. Sorgu yeteneğimizi de kaybettik. Düşünmekten çok uzağız. Kendini
düşünmeyen ebeveynler haliyle evlatlarını da sadece düşündüklerini sanıyorlar.
Kendileri gibi olmasını istemedikleri evlatlarının çocukluk döneminde
"yeteneklerini baskıla, uslu ve sakin bir çocuk ol, okulda yeteneğin bir
önemi yok, hissettiklerimizi yaşayamayız, çağ değişti" gibi mesajlar
vererek ve bazen bizzat söyleyerek farkında olmadan onların da ruhlarını
köreltiyorlar. Anne, babalarının kusursuz olduğunu düşünen yavrucaklar da
kapitalizme uyum sağlayanlar kategorisindeki yüzdelik dilime katkı sağlıyor.
Sırf birileri
farklı isimlerde kahve içiyor diye siz de o kahvelerden içmek zorunda
değilsiniz. Masa başının rahatlığından bahseden arkadaşınız yüzünden hayatınızı
değiştirip belki de sizi siz yapan hareketli işinizi bırakıp artık
yorulmayacağım sanarak ruhunuzu tüketecek bir masabaşı işte çalışmak zorunda
değilsiniz. İnsanlar ve çağ değişiyor olabilir ve parasıyla yönetenlerin
baskıları altında olabilirsiniz fakat unutmayacağımız şeyler olmalı. Toplumun
her üyesinden beslenen güçleri boşverin. Güneş hergün tekrar doğuyor. Mükemmel
olmak zorunda değilsiniz fakat mutlu olmak hakkınız. Zengin olmak zorunda
değilsiniz fakat sevdiklerinizle aynı yemeği paylaşmak hakkınız. Kızınızı
servise yazdırmak zorunda değilsiniz fakat saçlarını taramak hakkınız. Eşinize
araba almak zorunda değilsiniz fakat hergün sarılmak ve koklamak hakkınız.
Hafta sonu alışveriş yapmak zorunda değilsiniz ama ailenizle sahilde bisiklet
sürmek hakkınız. Mutfağı batırıp güzel deneyimler elde ederek hep birlikte
tekrar toplamak hakkınız. Eşinizin eşsizliklerini farkedip diğer kadınlardan
farkını idrak etmek hakkınız. İtiraz etmek hakkınız. Haklarınızın ve
yeteneklerinizin farkına varın ve bununla yaşayın. İnsanların size nasıl
yaşanacağını öğretmesine izin vermeyin, deneyimleyin. Söylenenlerle yetinmeyin,
uygulayın. Bunun çok sevdiğiniz aile üyelerinizin kokusunu dışarıdaki yıpranmış
bedenlerden ayırabildiğinizde farkına varacaksınız. Hissetmek ve mutlu olmak
için hayat çok kısa, beklemeyin !